Perşembe, Aralık 21, 2006

bugün okula gitmiicem

Son zamanlarda okulla aram pek iyi değil. Protesto günlerindeyim, okulda yemek yemiyom, oyunlara katılmıyom, faaliyetleri yapmıyom, ayakkabılarımı kendim giymiyom vs. vs.

Çocuğuz, haklıyız, kazanacağız,
Susma sustukça sıra sana gelecek

Cuma, Kasım 24, 2006

Super baba ile


Bütün yollar Roma'ya çıktığı zaman


Bu da biricik annemle Floransa'daykene:-)


Bu da biricik annemle Floransa'daykene:-)

Un Bel Bambino

Kocaman bir İtalya tatilinden sonra herkese Meraba!!

Gecen ay, ilk önce annemin Almanya’ya gitmesi ile babaannem ve anneannem ve İsmihan annemle, Annemin Almanya’dan bana getireceği oyuncakların heyecanı ile geçirdim. Tabii ki annem eli boş gelmedi, bence her annenin ayda bikaç gün Almanya’ya gitmesinde fayda var. Tabii Almanca bilen bir bakıcıya sahip olmanın da keyfi ayrı. Zavallı annemin anlayamadığı faaliyet kitaplarını İsmihan annem ne güzel anlıyo.

Annem Almanya’dan döndükten bikaç gün sonra da haftalardır heyecanla beklediğim İtalya seyahatine çıktık. Ve işte bu seyahatimizin ayrıntıları hemen geliyor:

1. Gün: Tatilimizin 1. günü aynı zamanda ramazan bayramının da 1. günüydü. Ama biz kargalar kahvaltılarını yapmadan ve insanlar bayram namazı için uyanmadan çok önce yola koyulduk. Seyahat boyunca yapacağım kaprislerin ilk göstergesi havaalanında polisle yaşadığımız inatlaşma oldu. Aynen şöyle:

Annem: Oğlum hadi kalk, puseti bu makinedan geçirmemiz gerekiyor.
Ben: ıııııııh
Annem: Oğlum bak bu polis abla senin uçağa binmene izin vermez ama.
Ben: ıııııııııııııııh
Babam: Acarcım hadi oğlum, pusetden in, sonra hemen bincen.
Ben: inmiyceeeeeeeeem
Polis 1: Hadi ama bak, uçağa bincen ama.
Ben: ııııııııııııııııııııııııııııııııııh
Polis 2: Rahat bırakın çocuğu yaaaa.

Ve kapıdan girerek, seyahat boyunca sürecek kuyruğa girmelerin ilkini yaşamak üzere havaalanına giriş yaptık. Güzel bir uçuş ardından işte İtalya’daydık. Hemen annem ve babamın akıllı bir davranış yaparak kiraladıkları arabayı almak için gruptan ayrıldık. Bizi 1 hafta gezdirecek olan Mercedes 220 CDI arabamıza yerleşerek yola çıktık. İlk soru? Verona-Venedik mi, Milano-Verona-Venedik mi? Sorusuna verilen yanıt Milano-Verona-Venedik oldu: HATA. 2 saatte girebildiğimiz Milano’da yaklaşık 1 saat sadece Galeria’yı gezip (Onu da bir fasıl kaybolarak bulduk), 2 saatte de Milano’dan dışarı çıkmak için uğraştık. Ben bunların çoğunda uyudum tabii. Uyumadığım zamanlarda da sürekli müziğe müdahale ederek, sıkışık trafikte yolları bulmaya çalışan annem ve babamı çıldırtmaya devam ettim. Milano’nun sıkışık trafiğinde 2 saat cebelleşme, Venedik için otobana çıkınca, gıdım gıdım ilerleyen trafik ve ardından zifiri karanlıkta, otelimizin bulunduğu Lido Di Jesolo’yu arama çabaları, hepimizin pestilini çıkardı ve otele varır varmaz, uyuduk.

2. Gün: Sabah ilk ve son olarak tüm grupla beraber uyandık, talan edilmek üzere olan kahvaltı salonuna indik, iki lokma yedim, üç lokma kustum ve gene grupla beraber Venedik’e gitmek üzere yola çıktık. Kısa bir otobüs yolculuğu, uzunca bir taka yolculuğu ve işte sonunda Venedik. O da ne? Her yeri sular basmış. Yüzlerce insan, daracık, sunta platformlardan yürümeye çalışıyor, babam da bu daracık yollarda puset sürmeye çalışıyor. Kısacık mesafeyi dakikalarca bekleyerek geçiyoruz. Karşımıza çıkan merdivenlerden ben tahtıma kurulmuşken annem ve babam beni pusetimle çıkarmaya, indirmeye çabalıyor. Ve her sokağın sonu sular altında. Bir yandan da ben, annemin aldığı gondol şekilli makarnadan pişirip yemek istiyom. Her 10 saniyede bir, “Anne hadi bunu pişirelim.” Diyerek onları çileden çıkarmaya çalışıyor, sabırlarının sınırını zorluyorum. Bu şekilde yaklaşık 52 köprü geçtikten sonra karşımıza çıkan bir kocaman köprüde annem ve babam puseti taşıma konusunda pes ettiler ve aile tarihimize “Köprü Krizi” olarak geçecek olan bir kriz yaşattım onlara (hı hı hı). Bu arada sular çekilmiş ve St. Marcus meydanında ki cafelerde cıvıl cıvıl insanlar oturmaya başlamış, piyano, keman, akordeon ve çello ile canlı müzik yapılmaya başlanmıştı. Annem ve babam, Florian Cafe’de gümüş tepsilerde ikram edilen 15 euroluk kapuçinolardan içerek bu ortamın keyfini çıkarmaya yeltendiler (ne hadlerine). Orda da tereyağlı ekmek yemek isteyerek ve bunu ağlayıp, zırlayarak dile getirerek, hem Florian Cafe camiasına rezil olmalarını, hem de apar topar oradan ayrılmamızı sağladım. Venedik’de son kriz de gondol kriziydi. Babam inatla, Venedik’e kadar gelince gondol’a binmek istediğini söyledi, ben de inatla gondola binmek istemediğimi söyledim. Sonuç: binmemeye karar verdiler. Ama ben uykuma yenik düşüp, pusette uyuya kalınca hemen bir U dönüşü ile Gondollara gittiler, beni pusetimle beraber, daracık, sallanıp duran gondola bindirdiler ve ben mışıl mışıl uyurken kendileri gondolun keyfini çıkardılar. Bu esnada beni etraftan gören tüm turistler çok eğlenmiş (Ah bu uykudan çektiğim). Tam keyifli yolculukları sona ererken uyandım, ama kapris yapmak için hem çok geçti, hem de çok uykuluydum.


3. gün: Gezimizin 3. günüde diğer tur elemanları sabahın 6:30’unda kalkıp 8 gibi yola çıktıklarından sonra kalktık, çekirge sürüsü geçmiş gibi görünen kahvaltı salonunda rahat rahat kahvaltımızı yaptık ve Floransa’ya gitmek üzere yola koyulduk. Yolda çok çok tünel gördük. Tünellerin biri bitiyodu, biri başlıyodu, biri bitiyodu biri başlıyodu, ama bazıları bebek tünellerdi, bazıları dünyanın en uzun tüneliydi. Annem Floransa kitabını önceden okuduğu için, orayı gezmemiz çok daha rahat oldu. Ama ben eski sokakları ve evleri beğenmedim, çok kötü kokuyolardı, sadece atlı karıncada bindiğim arabamı beğendim. Bir de kocaman nehir süperdi, ama hava çok sıcaktı. Floransanın ardından otelimizi aramak üzere MonteCatini’ye doğru yola koyulduk. Vakit daha erken diyerek, otoban yerine diğer yoldan gitmeye karar verdi benimkiler. Gene tabii şehirden çıkmak, Montecatini yolunu bulmak başlı başına macera oldu. Akşam olup karanlık çöktüğünde artık bi restoran bulma vakti de gelmişti. Yolda durduğumuz birkaç yeri beğenmedikten sonra, gayet güzel, üstelik (babam için çok önemli) sigara da içilebilen bölümü olan bir restoran bulduk ve bir kez daha babamın: “Şimdi bi Pizza Venedik Pizzası için 100 EURO veririm” lafı ile yemeğimizi sonlardıkdık. Akşam olmuş, karanlık çömüştü. Montecatini’ye nihayet vardık, ama oteli bulmak da en az 3 kişiye sormamızı gerektirdi. Nihayet otelimize vardığımızda öğrendik ki, tur otobüsü de en az bizim kadar dolanmış ortalıkta oteli bulabilmek için. Neyse odamıza yerleştik. Sayemde, otelin en büyük odalarından biri bizim oldu. Malum çocuklu olunca, en geniş ve balkonlu odalardan birini bize verdiler.


4. gün: Bugün, İtalya’daki en güzel günümüzdü diyebilirim. Koca şehirler yerine küçük kasabalar, ve turist kalabalığı yerine Italyanların olduğu yerlere gittik. Sabah kahvaltımızı ettikten sonra, Pisa’ya doğru yola çıktık. Pisa’ya ulaştık, ulaşmasına amma, park yeri bulmak gene 1 saatimizi aldı. Ben her P harfi gördüğümde annemle babama söyledim, ama hepsi doluydu. Neyse sonunda bir yer bulduk, Pisa’ya doğru yürüdük. Pisa kulesi, eğik bi kule. Nasıl öyle duruyo anlamadım. Kulyei görüp, etrafında bi tur attıktan sonra, Lucca diye bi ortaçağ kasabasında gittik. Orda, ilk önce bi restoranda oturduk. Ben orda Amerika’lı iki güzel kız ile arkadaş oldum. Beraber kozalak topladık, ama ben 6 tane kozalak elimde tutabildim. Sonra onların yemekleri geldi, hemen ellerini yıkayıp sofraya oturdular. Halbuki ne güzel oynuyoduk, ama ben hiçbi dediklerini anlamıyodum, ama ben ne yaparsam onlar da yapıyolardı. Sonra orda kozalak topladım, ve odamızda beni bekleyen Maymun ve köpeğe sürpriz yapmak için yanımda getirdim. Sonra onları İtalya’da bırakmak istemediğimden eve de getirdim onları. Lucca’da en ilginç şey kocaman bir kulenin tepesine dikilmiş, kocaman Meşe ağaçlarıydı. Orayı da gezdikten sonra, Toscana’nın kıyısında süper bi plaja gittik. 30 km uzunluğunda, çok çok kocaman bir plajdı. Ben orda oturup, kumdan Toscana dağlarının aynısından yaptım. Ellerimle yavaş yavaş vurarak semsert olmalarını sağladım. Sonra dağlarımdan ayrıldık ve güzel bir cafe’de oturup, baloncuklarla oynadık. Dönüşte, restoran faslı gene herkes için çok sıkıcı bir konu oldu. İlk önce tavsiye üzerine gittiğimiz bir restoranda, çok kalabalıktı, ve 20 dakika bekleyip, kimse bize bakmayınca, oradan kalktık. Bulduğumuz başka bir restoranda oturduk. Orda da ben annem ve babama olanca eziyeti yaptım. Bağırdım, çağırdım, onları herkese rezil etmeyi başardım, ve bir kez daha “Çocukla asla!!” demelerini sağladım. Gene de yazık kıyamayıp beni iki katlı atlı karıncaya bindirdiler.

5. gün: Bugünümüz çoğunlukla yolda geçti. Sabah gene herkesler çoktan ayrıldıktan sonra kahvaltımızı yaptık ve Roma’ya gitmek üzere yola koyulduk. Roma’ya varıncaya kadar her şey yolundaydı. Ama gene otelimizi bulmak için harcadığımız 2 saat sonunda kimsenin bişey yapmaya mecali kalmamıştı. Biz de sadece Roma merkeze gidip, Mc Donald’s’dan (Baksa bir sürpriz yemek kaldıracak halimiz yoktu çünkü) yemek yiyip, odamıza döndük.

6. gün: Otelin saat 10:00’daki shuttle servisi ile Roma’ya gitmeyi planlayarak kahvaltımızı ettik. Ama saat 10:00’da gördük ki, bizimle beraber yaklaşık 100 kişi daha aynı şeyi planlamış. Dolayısı ile hemen taksi çağırıp Roma merkeze öyle gittik. Roma’da bir gün önceden kararlaştırdığımız gibi iki katlı otobüse binmek için uzuuuuun bir kuyruğa girdik, Yaklaşık yarim saat bu kuyrukta bekledikten sonra sonunda otobüse binebilmiştik. İki katlı otobüste oturmak çok zevkliydi. Heryeri tepeden bakarak gezdik, ve sonunda Aşk çeşmesi dedikleri yerde indik. Bol bol çişi gelmiş heykel, kuşlarla dolu meydanlar, çeşmeler, eski binalar, trafik ve kalabalık ile bütün günü geçirdikten sonra nihayet otelimize döndüğümüzde gene çok yorgunduk ve bol bol kavga etmiştik.

7. gün: Bugün de çok güzeldi. İlk önce Roma’ya 1 saat uzaklıktaki Tivoli’de güzel bir parkta çok çok oyun oynadım. Sonra dondurma yedik, sonra da Roma’da Borgese parkına gittik. Yemyeşil park, paten yapan, 4 kişilik bisiklete binen insanlar, pamuk şekeri, hepsi çok eğlenceliydi. Ama uçağımızı kaçırmamak için oradan ayrılmak zorunda kaldık ve bu sefer artık çok da zorlanmadan havaalanını bulabildik.

Valla kısaca tatil bu kadar. Artık yaptığım kaprisleri, eziyetleri, ağlamaları anlatmıyom.

Mesela uçakta makarna yemek istemedim, ama tüm yemekler dağıtılıp herkes yedikten sonra, makarna yiycem diye tutturdum, ağladım, uçakta ortalığı birbirine kattım.
Mesela iki katlı otobüste üst katta yer olmadığını bilmeme rağmen, üst katta gezmek için bağırıp, çağırdım.
Mesela Roma’da bi restoranda yemek yerken, pusetim yolu kapattığından garsonlar mama sandalyesine oturmamı istediler ama ben kabul etmemekle kalmadım, bile bunu bağırarak dile getirdim.
Mesela bir hafta boyunca sadece bir kez beni banyoya sokmaya yeltenen annemin kucağında çığlıklarla tepindim durdum, gene de zorla yaptırdılar banyoyu.
Mesela genelde kraker, sade makarna ve tereyağlı ekmek dışında yemek yemediğim gibi, bilimum şeker, çukulata, cips hepsini götürdüm.

Vs. Vs. sonuç olarak bi daha benle zor tatile giderler diye düşünüyom, ama beni bırakmaya da kıyamazlar. Valla bakalım n’apcaklar, he he he.

Dot dot dot dot dot dot dot,
Otobüslee yey mi ot,
o benzinle çalışıy
dot dot dot dot dot dot dot dot

Pazartesi, Eylül 18, 2006

Bütün yollar Roma'ya çıkmaz

Şimdi merak ediyosunuz tabii bu da nerden çıktı diye ama tamam, anlatcam biraz sabredin. Önce şöyle bi geçtiğimiz iki aya bakalım nerelerde neler yapmışız diye.
Ohoooo, gene neler neler olmuş. Koca bir yaz geçirmişiz bi kere. Önce Antalya tatilciğinden bahsedeğim. Hillside Su otelinde süper bi hafta sonu geçirdim. Annemler sıkıcı toplantılardayken ben Fatma Teyze ile beraber, kimi zaman mini club’da, kimi zaman disko toplarının orda keyif çattım, oyunlar oynadım. Güzel olan çok şey vardı otelde.



Bembeyaz odalar, kocaman disko topları ve akşamüstü disko partileri, perküsyon grubu da süperdi, yunusların ve balinanın gösterisi de harikaydı. Miiik, miiik diye sıçrayıp, her tarafı ıslattılar. Antalya’dan bir replik:

Ben: Serseri Yetkin!! Ben perküsyon yapıyom
Serseri Yetkin: İnanmıyorum yaaa, çocuk perküsyon kelimesini cümle içinde kullanıyo!?!? Serseri Acar.

Bunun dışında hafta sonlarım genelde Ontur otelde geçti. Kocaman havuzda 4. basamağa kadar inebildim. İnatla kakamı yapmak istemediğim için bol bol kavga ettim annem, babamla.

Ontur, havuz keyiflerinden görüntüler:

Elimde ki flüt de Meral Teyze'nin annem ve babama attığı bir kazık. Nasıl olduysa iki günde yok oldu ama o flüti, bak aklıma geldi şimdi, sorıyım anneme eve gelince.


Ve sezonun sonuna doğru, her sene olduğu gibi gene Datça Aktur tatili yaptık, cümbür, cemaat. Süperdi. Ablalarla ve ağabeylerle çok çok oyun oynadım, gezmelere gittik, bol bol denize girip, kumlarda oynadım. Akşamları da diskolarda dansettim. Aktur konu olunca az laf çok fotoğraf gerekiyor. Ama önemli bir sahneyi de anlatmak istiyom size: Düşünün, ben deniz kıyısında oynuyom, yanıma 3 tane 90-60-90 kız geldi, şöyle 20’lerinin başında çıtır, benimle oyun oynamaya başladılar. En şirin halimle lafa giriştim:

Ben: Biz akşam diskoya gidiyoruz, siz gidiyor musunuz?
Kızlar: Sen diskoyada mı gidiyon bakim?
Ben: Bu akşam beraber gidelim mi?
O sırada yaklaşan annem: N’apıyosun bakim sen burada?
Ben: Anne ben bu kızları tavladım.Kızlar: Biz seni tavladık ki ki ki ki ki.

İşte diskodan görüntüler:

Ve plajda keyif yaparkene:

Anne, kızlarla neden çekmedin yaaa, inanmaz şimdi bunlar bana. Neyse.



Hemen konu başlığımın da hikayesini anlatıp, blogumu post edicem.

Ortam: Bizim Alfamelo. Önde babam ve Mustafa Enişte, arkada ben ve annem, aile yemeğine gidiyoz. Laf nerden geldiyse, “Bütün yollar Roma’ya çıkar” dedi biri. Ben de öyle olmadığını iddia ettim, ama annem diretti, işte zamanın önemli şehriymiş falan diye hikaye okudular bana. Neyse 10 dakika falan üzerinde düşündüm ben bu konunun ve sonunda:
Ben: Enişteeee?
Enişte: Efendim oğlum
Ben: Bütün yollar Roma’ya çıkmaz
Enişte: Peki oğlum. Ama nede?
Ben: Çünkü bizim evden çıkıp sola dönünde Park Bornova’ya çıkıyo.
Anne, Baba ve Enişte: hihahahahohoho

Bugünlü yeter heralde. Çişim, yok kakam yok, ama ben biraz oturiiim.

Cuma, Temmuz 14, 2006

Ben bugün kü menüyü beğendim:-)))

Geçende bi yazdım bloguma bol bol, sonra bi kilitelendi, hadeee, bütün yazdıklarım uçtu. O yüzden şimdi wordde yazıyom, sonra kaydetcem.

Gene 1 ay geçmiş neredeyse yazmayalı. Yazın vakit valla da çabuk geçiyo. Neler yaptık bu arada; Bodrum tatiline gittik. Baba, anne, babaanne Armonya otele gittik, sonra babam işe gelmek için bizi bıraktı orda. Biz güzel babaanne yemekleri, güzel plaj, dondurmalar, süt mısırlar, kumdan kaleler ve güzel İdil ile tatil yaptık. (O konuyu fazla deşmeyim). Bu sene denize girmiyom, soğuk geliyo, ağzıma su kaçıyo, hoşuma gitmiyo işte. Kumda oynuyorum bol bol, ama sıcak da geliyo bi yandan. İsilik falan oldum bebekler gibi. Bir de ben animasyonu sevmedim. Animasyonda kötü baba vardı. Çocukların dansı güzeldi ama kötü baba gelmeden hemen kaçtık ordan. Bodrumda süper komiklikler yapmaya devam ettim.
Bir de Gümüşlük’e gittik. Orda ben kaka yapıyodum, tam cup cup düşmeye başlamıştı ki elektrikler birden kesiliverdi. Allahtan annem yanımdaydı. Hemen seslendi içerdekilere, biz tuvaletteyiz, bize hemen bi lamba verin diye. Sonra olanları garon abiye aynen anlattım: “Ben tam kaka yapıyodum, birden elektrikler kesiliverdiii” diye. Abide güldü bana çok.



Tamam tamam, idil meselesine de hemen değiniyorum. İdil, Armonya’da ki komşu kızı. Üst katta oturuyodu, tabii her evden çıkışlarında hemen balkona fırlıyodum meraba demek için. Bazen gelip bizde oyuncaklarımla da oynuyodu. Aslında buraya fotoğrafını koymak isterdim ama annem tam fotoğraf makinesını almaya gittiğinde, İdil’le birbirimize sarılırken bi yuvarlandık yere. Ben ağladım, hemen eve gitmek istedim falan, tabii annem de fotoğraf falan çekemedi.

Sonra İzmir’e geldik. Okul günleri tekrar başladı. Biraz daha alıştım okul günlerine. Geçen hafta sonunda da Ontur otele gittik. Ve akşam da hayatımda ilk defa konsere gittim. Bülent Ortaçgil ve Zuhal Olcay konseri çok güzeldi, ama ben inat edip öğlen uyumadığımdan akşam hemen uykum geldi, ve ilk yarıdan sonra çıkmak zorunda kaldık. Pazar günü de Sole Mare’ye gittik, annemin arkadaşları falan geldi. Aman ne kalabalık, bangır bangır müzik falan. Geçmiş anne sizden artık bunlar, oturun oturduğunuz yerde gari.

Sole Mare'de Çeşme güzelleri üstüme saldırırken:




Ve baba ile konser keyfi yaparkene:

Bu da menüyü beğendiğim yemeklerin birinde süper babaanne ile:


Cuma, Haziran 16, 2006

Artık 5 yaşındayım


Tam 3 gün 3 gece süren doğum günü partilerinde 3, 4, ve 5. yaş günü pastalarımın mumlarını şimdiden söndürdüm. Artık abi olduğumdan mumları kendim söndürebildim, ama hediye açma faslını gene anneye havale ettim -ki annem bu işten çok mutlu oldu. Hemen konuya ilişkin fotoğrafları ekliyom.

Ve size hayatımın oyunu bowlingden bir kare sunuyorum. Geçen ay aldığımız üçüncü bowling setimi arkadaşım Özgenur ile test ederken...




Ve günün diyaloğu anaokulumdan:

Ben: (Beyza öğretmenime) Hadi Tansaş'a gidelim.
Beyza öğretmen: Ama benim param yok.
Ben: Olsun, bişey almayız, sadece bakarız.
Beyza Öğretmen: ?!?!?

Perşembe, Haziran 15, 2006

Ben okula gitmiiiceeeem

Eveeet. Sonsuz okul yılları artık başladı. Söyliyip duruyodum anneme, babama ben okula gitçem, trompet çalcam diye. Meğersem benim gidebileceğim okul, trompet çalınan okul değilmiş. Bol bol benim gibi bidikliklerin bütün gün salak saçma oyunlar oynadığı, İsmihan annemden uzakta bir yermiş. Günlerdir sabahları basıyom yaygarayı ben okula gitmiycem diye ama tınlayan yok. Daha da kötüsü, bu okulda kimse trompet falan çalmıyo. Kandırıldım yani anlayacağınız. Aslında Havva öğretmenimi seviyom, aslında oyunlar da güzel, ama sabah oraya bırakılma duygusu içimi kemiriyo. Neyse, eninde sonunda alışacağımı iddia ediyo annem.

Bu arada Çeşme'de Ilıca Otel'i mekanımız ilan ettik. Hafta sonları artık ordaymışız. Bence de güzel biyer. Annem babamla mini golf oynadık geçen hafta. Yemekler iyiydi, minicik ev gibi bi odamız vardı. Plajı güzel. Bu hafta sonu gene ordayız, beni sıkıştırmak isteyenler oraya gelebilir.

Şimdi hemen muhabbetlere geçiyom:

Ben: Baba
Baba: Efendim oğlum
Ben: Biz abiyiz, anne değil
Baba: Neden oğlum
Ben: Çünkü onun pipisi yok.
Baba: Isırırım seni oğlum

Gene benzer bi muhabbet:

Ben: (Annem ve babam öpüşürken): Ben deeee
Ve annem kalkar, yanıma gelir, öpüşürüz.
Baba: Ben de öpiyim.
Ben: Olmaz, sen farklı değilsin.
Anne ve baba: Nasıl yani?!?!?!

Sözlerimi bitirirken, hayatta en çok merak ettiğim soruyu burada dile getirmek istiyorum. Cevabını bana anlatana 8 öpücük bedava:

Annem hangi delikten çiş yapıyor?

Salı, Mayıs 23, 2006

Yasuuu

Kalimera gencler.

Sormayin, Girit adasindayim gunlerdir neyce konuscagimi sasirdim artik. Super bi gezi yaptik, anne babayla. Girit adasinda guzel bi otelde kaldik. Guzel yemekler yedik, araba kiraladik gezdik gonlumuzce. Uçak gördük bisürü. Bütün uçaklar otelimizin üstünden geçiyodu, o yüzden çok mutlu oldum. Ve sabah akşam zeytinyağı yemekten bokum bile yeşil çıktı.

Gezcek, göcek ne çok yer varmış Girit adasinda. İlk gün haritanın sağına doğru gittik. Elounda, Spinalonga adası ve Agia Nicola. Ikinci gun haritanın soluna dogru uzandık biraz. Rethimnon, Hanya (Konya'nın muadili). Ve son gun guneye: Matala, Agia Galini. Hepsinde çok eğlendim. Ama arabamız küçüktü, Alfameo gibi rahat değildi, o yüzden sıkıldım biraz.

Hemen size ada muhabbetlerimden bahsedeyim.

İlk gün:
Ben: (garsona) Bakar mısınız. Biraz ketçap getirir misiniz?
Garson: ?!?!?!
Anne: Oğlum, burası başka bir ülke, burada Türkçe değil başka bir dil konuşuluyor, seni anlamaz burada ki insanlar
Ben: (garsona) afkimontikalasinopitantuni

Gene de anliyo gibi gozukmediler ama.

Bu arada otelde çok tatlı ton ton bi garson teyze vardı. Gelip gelip bana yemek yediriyo ve Yasu diyodu. Onu çok sevdim. O da beni çok sevdi, bana peçeteden yaptığı bir çiçek verdi.

Bir başka muhabbet:

Anne (Kilisenin önünde): Bak oğlum, burasi da bir amin, ama bizim ülkemizdekilerden faklı
Ben: Bu aminin neden amini (minaresi) yok?
Anne: Burası başka bir ülke, burda aminler böyle.
Ben: Neden?
Anne: ?!?!?

Bir de balık akvaryumlarının olduğu bir yere gittik annemle. Karanlıktan korktum, ama dev akvaryumlar içinde yüzen kocaman balıkları görmek çok güzeldi.

Bir başka muhabbet, bu sefer İzmir havaalanına döndüğümüzde, polis kontrolünden geçerken:

Ben: afkimontikalasinopitantuni
Anne: Oğlum artık Türkçe konuşabilirsin, İzmir'e geldik seni anlayabilir burdaki polis amca.
Ben: Ama ben İngilizce konuşcam.

Gene blogumu fotograflarla taclandiramiyom, cunku annemin fotoğrafçılık yapacağı tuttuğundan bol bol dia çekti, bu çağda ne gerekse. Ama size anneler gününden bir enstantane sunabilirim:


Ve son olarak araba kiraladığımız, siyah dar tişörtlü, altın kolyeli, abinin sözüyle blogumu tamamlama istiyorum:

"If you have one flat tire, don't call me. Two flat tire call me."

Optum herkesi

Not:
Ben: Anne yamuk çıksın.
Anne: Hayır oğlum, arabada giderken fotoğraf çekmek yok.

Bi başka not:
Uzun bir günün sonuna doğru, arabada oturmaktan sıkılmışım:
ben: baba, sıtkımı sıyırdınız.
Anne ve baba: ?!?!?!?!?!?!?!

Perşembe, Mayıs 11, 2006

Biraz ip baskısı yapmaya ne dersin?

oooo, gene neler oldu valla haftalardır. Mesela mesela, İstanbul'a gittik annemle 4 gün. Süper eğlendim. Mete amcamın kocaman gemisine bindim, adalara gittik beraber, alışveriş merkezlerini dolaştım halamla, Ayşegül ablayla, büyük babaanne ve dedeyi sevgi sandviçi yaptık, Aslıhan'la parkta oynadık, süper yemekler yedik. Biçok mamayı ilk defa denedim. Mesela Hai sushi restoranına gittik. En çok turuncu bokcuklu olanını sevdim.

Evde ise hayat hep aynı. Kahvaltı, park, uyku, park, Pingu, park, oyun, park

Bu Pingu süper bişey. Bakin dogumgunum yaklasiyo, pingu kitaplari falan bulursaniz super olur. VCD'sini bulursaniz hiç almayın Türkçe 3 tane var zaten, onları da ben aldım.

Şirinlikler yapmaya son hız devam ediyom. Bakın babaylar aramda geçen en son diyaloğu yazayım size:

Dün akşam Park Bornova’dan dönerken şöyle bi muhabbet geçti babayla aramızda:
(Eve dönüyoruz, araba koltuğunda bi paket cipsi henüz mideye indirmiş bir şekilde keyifle oturuyorum...)

Baba: Oğlum cipsin güzel miiiiii?
Ben: Güseeeel!
Baba: Süpersin babaaa de olum o zaman bakıyım!
Ben: Süpeysin babaaa!
Baba: Aslansın babaaaa de bakıyim bi de
Ben: Aslansın babaaaaa!
Baba: Seni çook seviyom babaaa de bi de!
Ben:.........(biraz susup, düşündüm)
Ben: Onu da yarın deriz!

Durdurup arabayı ıssırcaktı babam ama müsait bi yer bulamadığından yapamadı ve gelip evde ıssırdı ve tabi onu hemen tokatladım şaaap diye, bi de “yapma dedim!” diye kısdım ona.

Gene dün geçen başka bi muhabbet:

(Arabada, İsmihan Teyze, Baba ve Anne gidiyoruz)
İsmihan Teyze: Neşe, Acar bana sorup duruyo beni okula yazdırın diye son zamanlarda.
Baba: Oğlum sen okula mı gitmek istiyosun?
Ben: Evet
Baba: Çok mu istiyosun?
Ben: Evet
Baba: Peki neden gitmek istiyosun okula?
Ben: Trompet çalmak için

(Malum 19 Mayıs, 23 Nisan çalışmaları, okulla ilgili tek bildiğim trompet gürültüleri:-)

Dün akşam bi de komik bi aktivitede bulundum. 19 Mayıs için benimkiler Girit adasına gitmeyi planlıyorlar. Malum vize için de Yunan konsolosluğu hepimizi süründürüyo. Şimdi de terörist gibi gözüken fotoğraflar istemişler bizden, biz de maaile fotoğrafçıya gidip fotoğraf çektirdik. Şimdi annem, ona anneler günü için aldığım yeni fotoğraf makinasının kamerası ile bu fotoğrafları bi çeksin ve sonra buraya onları koymaya çalışsın bakalım teknoloji ile bu kadar yoğun başa çıkabilecek mi:

Feba değil sanırım, biraz becerdi, ama bi fotoğrafçı olarak daha net fotoğraf beklerdim anne senden.

Neyse bu kadar muhabbet yeter. Biliyosunuz doğumgünüm yaklaşıyo. Ne yazık ki bu yıl da hediyeleri annem açacak, çünkü hala o işi beceremiyorum, ama seneye karar lıyım ona koklatmıycam bile.

Acar ve maymun ve köpek ve emzik

Notlar:
Neden bitti?
Neden o fotoğrafı koydun anne?
Neden İstabul'a gittik?
Ben de yazcam!!!
Pingu oyunları aç!!!
Ben de oje sürcem
Hadi bowinking:-)

Çarşamba, Nisan 19, 2006

ama anne seni sevdiğim içiiiiin:-(

Baktım 2 haftadır yazmamışım, bi yazıp havadisleri anlatayım dedim. N'aptım 2 haftadır? Bol bol parka çıktım. Şimdilerde Ege Lisesi'nde bando çalışmaları başladı, onları seyrediyom gündüzleri bazen. Trompet çalıyolar, çok hoşuma gidiyo. Sabah akşam bowling oynuyorum bide. Evde oyuncaklarla, kipa'da minik bowling ile, bi de babamın cep telefonunda var bowling onla oynuyom. Bol bol strayk yapabiliyom artık.
Geçen hafta sonu Pazar günü gezdik gene çok çok. Sığacık'da Ekmeksiz plajına gittik. Annem küçükken çok giderlermiş oraya. Gerçekten de güzel bir koy, kumu güzel deniz güzel. Ayağımı soktum sadece tabii, ama kumda çok çok oynadım. Bi de uçurtma uçurdum.
Sonra Sığacık'da balık lokantasına gittik. Orda Ipek diye bi ablayla tanıştım. Çok sevdim. Beraber hamur oynadık, sonra resim yaptık, sonra badem ve kek yedik. Ayrılırken üzüldüm biraz.
Bu başlık ne ondan da bahsedeğim azcık. Eğer annemin istemediği bişey yaparsam, kullandığım kozlardan biri bu. Mesela gece saat 3'de annemle babamın yatağında yatmak istiyorum diyelim. Hemen üzgün bir tavır takınıp:" ama anne seni sevdiğim içiiiiin" diye acık gözyaşı döktümmü, yiyolar bazen.

Yaa bu blog işinde en zor iş fotolarla blogların aynı tarihli olması. Şimdi yok ki yeni fotoğraf, hepsi makinada bende seçeyim bari eskilerden bi tane koyıyım buraya:

Bu arada bu aralar bi kardeşim olmak üzere. Annem ve babamın yakın dostları Fatih Amca ile Hülya Teyzenin bugün bi bebeği doğcak. Fotoğrafı olunca koyarım onu da buraya. Çok heyecanlı. Hülya Teyze'nin karnındayken çok sevdim Emir'i:

Tatlı şeker,

Bal şeker,

Şirin şeker,

Bebek şeker,

Emir şeker

diye seviyoduk, Hülya teyzeyle beraber. Acaba dıları çıkınca nasıl olcak. Benimle oynıycak mı?

Hadi herkese sevgiler

Anne: Biraz köfteye ne dersini?

Ben: Olur derim.

Anne: Biraz kabağa ne dersiniz?

Ben: Olmaz derim:-)

Perşembe, Nisan 06, 2006

neden?

Baba: Nese, yandık, neden soruları başladı.
Ben: Neden?
Baba: Aç kitabı bak bakayım bu nedeleri nasıl karşılamak gerekiyomuş.
Ben: Neden?

Asansörde dayılara giderken:
Ben: Sayıları görceeeem.
Baba: Sayılar bu tarafta.
Ben: Neden?
Gene ben: Neden yediye bastık.
Anne: Dayı ve Aygül orda oturuyolar.
Ben: Neden?
Anne: E evleri orası.
Ben: Neden evleri orası.
Anne: Burda oturmak istemişler.
Ben: Neden burda oturmak istemişler?
Anne: Güzel olduğu için.
Ben: Neden güzel olduğu için?
...
Bu arada yedinci kata geldiğimizden sorularımın devamını soramadım.

Ve dün akşam yatmaya hazırlanırken:
Ben: Anne ben park Bornova'ya gitcem.
Anne: Oğlum Park Bornova bu saatte kapalı.
Ben: Neden?
Anne: Ordaki abiler ablalar yatmaya gitmiş.
Ben: Neden?
Anne: Geç oldu artık.
Ben: Neden geç oldu?
Anne: Yatmak vakti, uykumuz geldi.
Ben: Neden?
Anne: ?!?!?

Pazartesi, Nisan 03, 2006

hayatımda ilk defa fasıla gittim


Geçen Cumartesi hayatımda ilk defa fasıla gittim. Benden başka hiç çocuk yoktu. Sıkıcı biyerdi zaten, şu elimdeki tefte olmasa bayılacaktım. Babama yaptığım kaprisler sonucunda, restoranın karşısındaki parkta biraz saklanmaç oynadık, ama sonra gene babam içeri girmek istedi, ve ben de tef çaldım, biraz eğlendim. İyi ki doğdun dayı, sayende fasıl da görmüş oldum.

Dün de çok yer gezdik. İlk önce Palmiye alışveriş merkezinde nuhun gemisinde oynadım bol bol, sonra da Hülya Teyze, Yiğit Abi ve Fatih amcayla pikniğe gittik. Yiğit abi kocaman bir uçurtma aldı ve onu en yükseğe uçurduk. Fotoğrafla çıkınca koyarım bi tane buraya.

Anne ben de uçurtma uçurcaaam.

Çarşamba, Mart 29, 2006

şundan, bundan



Geçen hafta sonu annem Hülya Teyze ve Yiğit Abi ile beraber Palmiye'de Nuh'un gemisine gittik. Çok eğlenceli bir yer ama ben ordaki kaydıraktan kaymak istedim, ama başka çocuklarda kaymak istedi, ben de onlardan korktuğum için kaymak istemedim. Ama sonra tatlı bi kız geldi. Beni öptü, ben de onu öptüm, ve onunla kaydıraktan kaydım. Ama sonra o gitti.

Pazar günü de Örenay restorana gittik, annem ve babamla. Restoranın yanında kepçe vadrı. Kamyonlar gelip kumlarını boşalttıktan sonra, kepçe o kumları alıp kenara itiyodu. Bunu çok çok seyretmek istedim, ama sonra yemekler geldi ve onları yemek için içeri girmek zorunda kaldık.

Bakın size önceki hafta sonunda Sheraton'da çektiğimiz fotoğraflardan gösteriyim. Çok güzel bi hava vardı, ve ufacık bi çocuk parkı vardı. Orda çok çok oynadım. Bir de iskeleye çıktık. İlk önce taş attık prdan, sonra dalgaları seyrettik. Bazıları köpük yapıyodu, ama bazıları yapmıyodu.

Maymunla muhabbet: Maymun; iyi misin? Seni çok seviyorum.

Salı, Mart 21, 2006

Sheraton'da hafta sonu

Hafta sonunda annemim çalıştığı şirketin bir gezisi olarak Çeşme'de Sheraton otele gittik. Ben otelde kalmayı çok sevdim. Mini club'da oyun oynadım, annemle babamın yaptığı baloncukları patlattım. İskeleden denize taş attım, çocuk parkında kaydıraktan kaydım. Ama onun dışında hep odada durmak istedim, çünkü emziğim ve maymunum odadaydı ve onlar odadayken ben aşağıda oyun oynamak istemiyodum.

Fotoğraflar çıkınca bi tane koyarım buraya.

Anne ben tiyt oyniycaaaam...

Cuma, Mart 17, 2006

Enginar partisi


Genel istek üzerine enginar dolması partisine ait de fotoğraf ekliyorum bloğuma. Ne bu enginar dolması partisi? Annemim kuzenleri ile birlikte 2 haftada bir get together yapıyoruz. Bu haftaki get together'ı Alsancak'da Alacat cafe'de yapmaya karar verdiler. Neden? Deliler gibi enginar dolması yemek için. Güzel oldu. Sadece bize ait üst kat, sadece bize özel yapılmış enginar dolmaları. Ben her zamanki gibi mırın kırın edip, pek yemedim, ama benim en sevdiğim kısmı, ordaki satran. takımı ile bol bol oynama fırsatı olması. Kyem renkli olanlari bi kutuya, siyahları öbür kutuya koyabiliyorum, aferin bana.

bebek anne



Simdi büyük amcam anneme, annemin bebeklik fotoğraflarını göndermiş. Bayıldım, bayıldım. Hemen ekliyom, bakın. Yanındaki de dedemmiş. Hiç tanışmadık, ama tanışmayı çok isterdim.
Hele şu anneye bakın, ne kadar da tatlı, aynı ben.

ama nedeeeen


Ama neden kimse bana yorum yazmamış. çok kızdım şimdi bak.
Bugün annem kamerayı boşaltmış, ve çok sevdiğim, babamın asker arkadaşı Başar abi ile onun nişanlısı suna abla ile çektiğimiz fotoğraflar çıkmış ortaya. Hemen ekliycek şimdi annem birini buraya. Aslında bi de güzel Bremen Mızıkacıları'nı anlatmışım ama, bu çağda annem daha video eklemeyi bilmediğinden burada göremeyeceğiz onu.

Hemen size dün yaptığım bir komikliği aktarayım: Annem, babam hergün işe giderler ve para kaznırlar. Ben onları evde beklerim. Akşam olunca bana para getirirler. Ama bana bozuk para vermelerini istemiyorum. Bunu anneme söyledim. "Anne bana bozuk para vermeyin." dedim, O'da benim bu yaşta kağıt parayla bozuk paranın farkının önemini anlamış olmama şaşırarak neden istemediğimi sordu. Ben de "Çünkü bozuk paraları Park Bornova'da arabalara atarsam, arabalar bozulur dedim." Annem de neden bilmem beni çok sıkıştırdı, öptü. "Bozuk paralar bozuk değildir." dedi. Hiçbişey anlamadım. Bozuk paralar bozuktur ve o yüzden arabaları bozabilirler. Bozuk CD'ler de VCD'yi bozarlar. Neyse, gün gelir anlarım.

Hadi artık yorum yazin. Anne yeterince reklam yapmıyon mu sen benim blogum için?

Perşembe, Mart 16, 2006

bir ilk


Bugun ilk kez bloga yaziyorum, saolsun annem yaratmış benim için. Benim bütün maceralarımı, komikliklerimi, pırıltılarımı buradan takip edebilirsiniz. Onur abi saolsun bu konuda bana ilham verdi. Onur abi, blogumu gelistirmem icin onerilerini benimle paylaş tamam?? Bol bol yorum da bekliyorum blogum için. Eminim benim için ilerde güzel bi dokuman olacak. Yaşasın çok heyecanlıyım.

ACARLARIN KUYRUGU OLMAAAAAAAAAAAZ.
("Babam küçük acar, küçük acar, kuyruğun neredeee?" dediğinde)