Cuma, Kasım 24, 2006

Super baba ile


Bütün yollar Roma'ya çıktığı zaman


Bu da biricik annemle Floransa'daykene:-)


Bu da biricik annemle Floransa'daykene:-)

Un Bel Bambino

Kocaman bir İtalya tatilinden sonra herkese Meraba!!

Gecen ay, ilk önce annemin Almanya’ya gitmesi ile babaannem ve anneannem ve İsmihan annemle, Annemin Almanya’dan bana getireceği oyuncakların heyecanı ile geçirdim. Tabii ki annem eli boş gelmedi, bence her annenin ayda bikaç gün Almanya’ya gitmesinde fayda var. Tabii Almanca bilen bir bakıcıya sahip olmanın da keyfi ayrı. Zavallı annemin anlayamadığı faaliyet kitaplarını İsmihan annem ne güzel anlıyo.

Annem Almanya’dan döndükten bikaç gün sonra da haftalardır heyecanla beklediğim İtalya seyahatine çıktık. Ve işte bu seyahatimizin ayrıntıları hemen geliyor:

1. Gün: Tatilimizin 1. günü aynı zamanda ramazan bayramının da 1. günüydü. Ama biz kargalar kahvaltılarını yapmadan ve insanlar bayram namazı için uyanmadan çok önce yola koyulduk. Seyahat boyunca yapacağım kaprislerin ilk göstergesi havaalanında polisle yaşadığımız inatlaşma oldu. Aynen şöyle:

Annem: Oğlum hadi kalk, puseti bu makinedan geçirmemiz gerekiyor.
Ben: ıııııııh
Annem: Oğlum bak bu polis abla senin uçağa binmene izin vermez ama.
Ben: ıııııııııııııııh
Babam: Acarcım hadi oğlum, pusetden in, sonra hemen bincen.
Ben: inmiyceeeeeeeeem
Polis 1: Hadi ama bak, uçağa bincen ama.
Ben: ııııııııııııııııııııııııııııııııııh
Polis 2: Rahat bırakın çocuğu yaaaa.

Ve kapıdan girerek, seyahat boyunca sürecek kuyruğa girmelerin ilkini yaşamak üzere havaalanına giriş yaptık. Güzel bir uçuş ardından işte İtalya’daydık. Hemen annem ve babamın akıllı bir davranış yaparak kiraladıkları arabayı almak için gruptan ayrıldık. Bizi 1 hafta gezdirecek olan Mercedes 220 CDI arabamıza yerleşerek yola çıktık. İlk soru? Verona-Venedik mi, Milano-Verona-Venedik mi? Sorusuna verilen yanıt Milano-Verona-Venedik oldu: HATA. 2 saatte girebildiğimiz Milano’da yaklaşık 1 saat sadece Galeria’yı gezip (Onu da bir fasıl kaybolarak bulduk), 2 saatte de Milano’dan dışarı çıkmak için uğraştık. Ben bunların çoğunda uyudum tabii. Uyumadığım zamanlarda da sürekli müziğe müdahale ederek, sıkışık trafikte yolları bulmaya çalışan annem ve babamı çıldırtmaya devam ettim. Milano’nun sıkışık trafiğinde 2 saat cebelleşme, Venedik için otobana çıkınca, gıdım gıdım ilerleyen trafik ve ardından zifiri karanlıkta, otelimizin bulunduğu Lido Di Jesolo’yu arama çabaları, hepimizin pestilini çıkardı ve otele varır varmaz, uyuduk.

2. Gün: Sabah ilk ve son olarak tüm grupla beraber uyandık, talan edilmek üzere olan kahvaltı salonuna indik, iki lokma yedim, üç lokma kustum ve gene grupla beraber Venedik’e gitmek üzere yola çıktık. Kısa bir otobüs yolculuğu, uzunca bir taka yolculuğu ve işte sonunda Venedik. O da ne? Her yeri sular basmış. Yüzlerce insan, daracık, sunta platformlardan yürümeye çalışıyor, babam da bu daracık yollarda puset sürmeye çalışıyor. Kısacık mesafeyi dakikalarca bekleyerek geçiyoruz. Karşımıza çıkan merdivenlerden ben tahtıma kurulmuşken annem ve babam beni pusetimle çıkarmaya, indirmeye çabalıyor. Ve her sokağın sonu sular altında. Bir yandan da ben, annemin aldığı gondol şekilli makarnadan pişirip yemek istiyom. Her 10 saniyede bir, “Anne hadi bunu pişirelim.” Diyerek onları çileden çıkarmaya çalışıyor, sabırlarının sınırını zorluyorum. Bu şekilde yaklaşık 52 köprü geçtikten sonra karşımıza çıkan bir kocaman köprüde annem ve babam puseti taşıma konusunda pes ettiler ve aile tarihimize “Köprü Krizi” olarak geçecek olan bir kriz yaşattım onlara (hı hı hı). Bu arada sular çekilmiş ve St. Marcus meydanında ki cafelerde cıvıl cıvıl insanlar oturmaya başlamış, piyano, keman, akordeon ve çello ile canlı müzik yapılmaya başlanmıştı. Annem ve babam, Florian Cafe’de gümüş tepsilerde ikram edilen 15 euroluk kapuçinolardan içerek bu ortamın keyfini çıkarmaya yeltendiler (ne hadlerine). Orda da tereyağlı ekmek yemek isteyerek ve bunu ağlayıp, zırlayarak dile getirerek, hem Florian Cafe camiasına rezil olmalarını, hem de apar topar oradan ayrılmamızı sağladım. Venedik’de son kriz de gondol kriziydi. Babam inatla, Venedik’e kadar gelince gondol’a binmek istediğini söyledi, ben de inatla gondola binmek istemediğimi söyledim. Sonuç: binmemeye karar verdiler. Ama ben uykuma yenik düşüp, pusette uyuya kalınca hemen bir U dönüşü ile Gondollara gittiler, beni pusetimle beraber, daracık, sallanıp duran gondola bindirdiler ve ben mışıl mışıl uyurken kendileri gondolun keyfini çıkardılar. Bu esnada beni etraftan gören tüm turistler çok eğlenmiş (Ah bu uykudan çektiğim). Tam keyifli yolculukları sona ererken uyandım, ama kapris yapmak için hem çok geçti, hem de çok uykuluydum.


3. gün: Gezimizin 3. günüde diğer tur elemanları sabahın 6:30’unda kalkıp 8 gibi yola çıktıklarından sonra kalktık, çekirge sürüsü geçmiş gibi görünen kahvaltı salonunda rahat rahat kahvaltımızı yaptık ve Floransa’ya gitmek üzere yola koyulduk. Yolda çok çok tünel gördük. Tünellerin biri bitiyodu, biri başlıyodu, biri bitiyodu biri başlıyodu, ama bazıları bebek tünellerdi, bazıları dünyanın en uzun tüneliydi. Annem Floransa kitabını önceden okuduğu için, orayı gezmemiz çok daha rahat oldu. Ama ben eski sokakları ve evleri beğenmedim, çok kötü kokuyolardı, sadece atlı karıncada bindiğim arabamı beğendim. Bir de kocaman nehir süperdi, ama hava çok sıcaktı. Floransanın ardından otelimizi aramak üzere MonteCatini’ye doğru yola koyulduk. Vakit daha erken diyerek, otoban yerine diğer yoldan gitmeye karar verdi benimkiler. Gene tabii şehirden çıkmak, Montecatini yolunu bulmak başlı başına macera oldu. Akşam olup karanlık çöktüğünde artık bi restoran bulma vakti de gelmişti. Yolda durduğumuz birkaç yeri beğenmedikten sonra, gayet güzel, üstelik (babam için çok önemli) sigara da içilebilen bölümü olan bir restoran bulduk ve bir kez daha babamın: “Şimdi bi Pizza Venedik Pizzası için 100 EURO veririm” lafı ile yemeğimizi sonlardıkdık. Akşam olmuş, karanlık çömüştü. Montecatini’ye nihayet vardık, ama oteli bulmak da en az 3 kişiye sormamızı gerektirdi. Nihayet otelimize vardığımızda öğrendik ki, tur otobüsü de en az bizim kadar dolanmış ortalıkta oteli bulabilmek için. Neyse odamıza yerleştik. Sayemde, otelin en büyük odalarından biri bizim oldu. Malum çocuklu olunca, en geniş ve balkonlu odalardan birini bize verdiler.


4. gün: Bugün, İtalya’daki en güzel günümüzdü diyebilirim. Koca şehirler yerine küçük kasabalar, ve turist kalabalığı yerine Italyanların olduğu yerlere gittik. Sabah kahvaltımızı ettikten sonra, Pisa’ya doğru yola çıktık. Pisa’ya ulaştık, ulaşmasına amma, park yeri bulmak gene 1 saatimizi aldı. Ben her P harfi gördüğümde annemle babama söyledim, ama hepsi doluydu. Neyse sonunda bir yer bulduk, Pisa’ya doğru yürüdük. Pisa kulesi, eğik bi kule. Nasıl öyle duruyo anlamadım. Kulyei görüp, etrafında bi tur attıktan sonra, Lucca diye bi ortaçağ kasabasında gittik. Orda, ilk önce bi restoranda oturduk. Ben orda Amerika’lı iki güzel kız ile arkadaş oldum. Beraber kozalak topladık, ama ben 6 tane kozalak elimde tutabildim. Sonra onların yemekleri geldi, hemen ellerini yıkayıp sofraya oturdular. Halbuki ne güzel oynuyoduk, ama ben hiçbi dediklerini anlamıyodum, ama ben ne yaparsam onlar da yapıyolardı. Sonra orda kozalak topladım, ve odamızda beni bekleyen Maymun ve köpeğe sürpriz yapmak için yanımda getirdim. Sonra onları İtalya’da bırakmak istemediğimden eve de getirdim onları. Lucca’da en ilginç şey kocaman bir kulenin tepesine dikilmiş, kocaman Meşe ağaçlarıydı. Orayı da gezdikten sonra, Toscana’nın kıyısında süper bi plaja gittik. 30 km uzunluğunda, çok çok kocaman bir plajdı. Ben orda oturup, kumdan Toscana dağlarının aynısından yaptım. Ellerimle yavaş yavaş vurarak semsert olmalarını sağladım. Sonra dağlarımdan ayrıldık ve güzel bir cafe’de oturup, baloncuklarla oynadık. Dönüşte, restoran faslı gene herkes için çok sıkıcı bir konu oldu. İlk önce tavsiye üzerine gittiğimiz bir restoranda, çok kalabalıktı, ve 20 dakika bekleyip, kimse bize bakmayınca, oradan kalktık. Bulduğumuz başka bir restoranda oturduk. Orda da ben annem ve babama olanca eziyeti yaptım. Bağırdım, çağırdım, onları herkese rezil etmeyi başardım, ve bir kez daha “Çocukla asla!!” demelerini sağladım. Gene de yazık kıyamayıp beni iki katlı atlı karıncaya bindirdiler.

5. gün: Bugünümüz çoğunlukla yolda geçti. Sabah gene herkesler çoktan ayrıldıktan sonra kahvaltımızı yaptık ve Roma’ya gitmek üzere yola koyulduk. Roma’ya varıncaya kadar her şey yolundaydı. Ama gene otelimizi bulmak için harcadığımız 2 saat sonunda kimsenin bişey yapmaya mecali kalmamıştı. Biz de sadece Roma merkeze gidip, Mc Donald’s’dan (Baksa bir sürpriz yemek kaldıracak halimiz yoktu çünkü) yemek yiyip, odamıza döndük.

6. gün: Otelin saat 10:00’daki shuttle servisi ile Roma’ya gitmeyi planlayarak kahvaltımızı ettik. Ama saat 10:00’da gördük ki, bizimle beraber yaklaşık 100 kişi daha aynı şeyi planlamış. Dolayısı ile hemen taksi çağırıp Roma merkeze öyle gittik. Roma’da bir gün önceden kararlaştırdığımız gibi iki katlı otobüse binmek için uzuuuuun bir kuyruğa girdik, Yaklaşık yarim saat bu kuyrukta bekledikten sonra sonunda otobüse binebilmiştik. İki katlı otobüste oturmak çok zevkliydi. Heryeri tepeden bakarak gezdik, ve sonunda Aşk çeşmesi dedikleri yerde indik. Bol bol çişi gelmiş heykel, kuşlarla dolu meydanlar, çeşmeler, eski binalar, trafik ve kalabalık ile bütün günü geçirdikten sonra nihayet otelimize döndüğümüzde gene çok yorgunduk ve bol bol kavga etmiştik.

7. gün: Bugün de çok güzeldi. İlk önce Roma’ya 1 saat uzaklıktaki Tivoli’de güzel bir parkta çok çok oyun oynadım. Sonra dondurma yedik, sonra da Roma’da Borgese parkına gittik. Yemyeşil park, paten yapan, 4 kişilik bisiklete binen insanlar, pamuk şekeri, hepsi çok eğlenceliydi. Ama uçağımızı kaçırmamak için oradan ayrılmak zorunda kaldık ve bu sefer artık çok da zorlanmadan havaalanını bulabildik.

Valla kısaca tatil bu kadar. Artık yaptığım kaprisleri, eziyetleri, ağlamaları anlatmıyom.

Mesela uçakta makarna yemek istemedim, ama tüm yemekler dağıtılıp herkes yedikten sonra, makarna yiycem diye tutturdum, ağladım, uçakta ortalığı birbirine kattım.
Mesela iki katlı otobüste üst katta yer olmadığını bilmeme rağmen, üst katta gezmek için bağırıp, çağırdım.
Mesela Roma’da bi restoranda yemek yerken, pusetim yolu kapattığından garsonlar mama sandalyesine oturmamı istediler ama ben kabul etmemekle kalmadım, bile bunu bağırarak dile getirdim.
Mesela bir hafta boyunca sadece bir kez beni banyoya sokmaya yeltenen annemin kucağında çığlıklarla tepindim durdum, gene de zorla yaptırdılar banyoyu.
Mesela genelde kraker, sade makarna ve tereyağlı ekmek dışında yemek yemediğim gibi, bilimum şeker, çukulata, cips hepsini götürdüm.

Vs. Vs. sonuç olarak bi daha benle zor tatile giderler diye düşünüyom, ama beni bırakmaya da kıyamazlar. Valla bakalım n’apcaklar, he he he.

Dot dot dot dot dot dot dot,
Otobüslee yey mi ot,
o benzinle çalışıy
dot dot dot dot dot dot dot dot